Kırsal Kalkınmada Sözlü Reformu
DEMİRDAĞ,OTOBÜS SEFERLERİ İLE İLGİLİ BİR ÇOK YERDE SIKINTI VAR
Halil İbrahim Ertik
Altıneller Okulları Genel Koordinatörü
ÖĞRETMEN VİZYONU
Eğitimde taşları yerine oturtmadan, kalkınmayı ve huzuru yakalamak mümkün değil. Bakan değiştirerek.. sistem değiştirerek.. sınav adını, oturum sayısını, içeriğini değiştirerek.. yayınları-müfredatı kağıtta ya da dijital ortamda değiştirerek… Elbette sorunları gidermek için değişim yapmak, sorunların üstüne gitmek, bertaraf etmeye çalışmak gerekir. Diğer tüm sorunlar çok önemli ama biri var ki en önemlisi o. Evet “öğretmen”den bahsediyorum. Eğer bir ülkenin huzuru ve kalkınmışlığı ile -tabi negatif anlamda- oynamak istiyorsanız, öğretmen yetiştirme sistemini sürekli değiştirmek yeterli olacaktır.
23 Ekim de deklare edilen 2023 Eğitim Vizyonu heyecan verici. Ne açıdan heyecan verici? En azından hadi kahvehanede değilse de cafede, öğretmenler odasında, parkta bahçede v.s. konuşulan eksiklik ve aksaklıkların; Cumhurbaşkanlığından başlayıp, Milli Eğitim Bakanı ile devam eden, nihayetinde münferiden bir eğitim personeline kadar birilerinin topyekûn “Eğitimde Değişim”den “Dönüşüm”den “Gelişim”den bahsediyor olması, ana hatları her ne kadar “hedefler” noktasında olgunlaşıyorsa da, içerik olarak heyecan verici.
Vizyonda, başlıca başlıklar olan okul gelişim modeli, ölçme değerlendirme, temel-orta-özel eğitim ve öğretim, dijital içerik, beceri destekli dönüşüm, fen ve sosyal bilimler liseleri, mesleki ve teknik eğitim gibi başlıklardan, İnsan Kaynaklarının Geliştirilmesi ve Yönetimi başlığı altına inmek istedim. Bu başlığı tıklayanların genel olarak beklentisi atama sayısıdır. Eksik öğretmen normunun doldurulmasıdır. Fakat bu kantitatif beklentinin karşılanması eğitimin değerinin artması anlamına geliyor mu? 200 hastaya bir doktor ile 20 hastaya bir doktor gelişmişliği ifade eder. Ne zaman? 10 doktorun onunun da o 200 hastaya verimli olması koşulu ile. 40 öğrenciye bir öğretmenden, elbette 20 öğrenciye bir öğretmen daha ileri bir gelişmişliktir. Fakat ben “verim” derdindeyim. Nicelik değil de “nitelik” derdindeyim. Aklımızın erdiğinden beri tabirini kullanarak söylemeliyim ki -hadi benim aklımın erdiğinden beri- bu düzeyde bir eğitim vizyonu açıklanmamıştı. Böyle bir vizyonda ilk önce takip edilen kaç öğretmen atanacağıdır. Hatta her bakan değişikliklerinde konuşulan ana konu -cülus bahşişi gibi- bu bakan çok öğretmen atayacak ya da atamayacak konusu idi. Bunda elbette bir sakınca görmüyor ya da bunu kınamıyorum. Boşta gezen, iş bulamayan öğretmen varlığı, üzücü ve yaralayıcı. Bir eğitimci olarak bu durumun en aza indirilmesi ve zamanla yok edilmesi en büyük temennimdir. Tabi ki 20 öğrenciye bir öğretmen derdindeyim ama yine “nitelik” derdindeyim.
Öğretmen okullarına ne oldu? Anadolu öğretmen liselerinin suçu ne idi? Hiç unutmam ÖSS sınavında tavan puan 300 dü, diploma notu 5,00 olan bir lise öğrencisi sınavı ful yaptığında aldığı puan 380 di. Buna rağmen Boğaziçi matematik öğretmenliğinin taban puanı 384 tü. Yani öğretmen lisesi mezunu değilse sınavın tüm sorularını yapsa da öğrenci, bu öğretmenlik bölümüne giremiyordu. Bu bi kıstas olmamalıydı ya da bu kadar zorlanmamalıydı. “Bu kadar puan alıp tıp fakültesi dururken eğitim fakültesine niye gideceksin” baskılı sözler, kafa karıştırmamalıydı. Ama çok az bir akademik beceri ile de öğretmenlik kazanılmamalı. Puanın yüksekse tıp, hukuk, mühendislik.. düşükse yaz bir fizik öğretmenliği ya da tarih…
Öğrenci eğitim fakültesine girer. Kuruluş amacından dolayı eğitim fakülteleri öğretmen yetiştirir. Doğru.. peki bu öğrenciden şu şu kıstaslara göre öğretmen olmaz der mi? Eleme yapar mı? Veya öğretmek fiilinin faili olması yetmez, “iyi öğretmek” fiilinin faili olması için ne yapar? Mesela Osmanlıca da alim:bilen, allem:iyice bilen anlamındadır. Oradaki iki ‘l’ harfi iyice anlamı katmaktadır. İşte eski dilde öğretmen anlamına gelen “muallim” bu iki ‘l’ harfi ile oluşan yapıdan türetilerek “iyice” anlamı korunmuştur. Yani ecdadımızın, bir şeyi bilerek öğretemezsin, ancak iyice bilerek öğretebilirsin anlayışı hakimdi.
2023 Eğitim Vizyonumuzun bahsini ettiğim İnsan Kaynaklarının Geliştirilmesi ve Yönetimi başlığı altında hem öğretmen yetiştirme hem öğretmenlerin görev yaptığı okulların idari yapıları ile ilgili güzel hedefler ve projeler göze çarpıyor.
* Öğretmen ve okul yöneticilerimizin genel ve alana yönelik becerilerini iyileştirmek için lisansüstü düzeyde mesleki gelişim programları
* Sertifikaya dayalı Pedagojik Formasyon uygulaması kaldırılıp, yerine yurt sathında kolay erişilebilir lisansüstü düzeyde Öğretmenlik Mesleği Uzmanlık Programı
* Öğretmen ve okul yöneticilerimize yönelik bazı hizmet içi eğitim faaliyetleri katılıma ilişkin belgelendirme uygulamasından ayrılarak üniversiteler aracılığıyla akredite sertifika programları
* Yükseköğretim Kurumu ile yapılacak iş birliği çerçevesinde eğitim fakültelerine sıralamada üst dilimde yer alan öğrencilerin yerleştirilmesine yönelik iyileştirmeler
* Türkiye genelinde belirlenecek ölçütleri taşıyan eğitim fakültelerinde öğretmen yetiştirme programları öğretmenlik uygulaması merkeze alınma düşüncesi
* İhtiyaç duyulan alanlarda öğretmenlere yönelik lisansüstü düzeyde yan dal programları açılması
Gibi 1. Hedef ve 2. Hedef olmak üzere toplam 21 alt başlık… İşte Öğretmen Vizyonu ??? diye üç soru işareti ile yani ısrarla sorduğum nokta burası. Bu yapı kısmen eğitim fakültesine girişte, fakat daha çok eğitim fakültesi süreci ve sonrası için programlar, öneriler, uygulama ve projeleri işaret ediyor. Ben atalarımızın “ağaç yaş iken eğilir” sözünden beslenerek, öğretmenlik mesleğinin üniversiteden önce, yine lise çağında, hatta mümkünse ortaokul çağında; öğretmenlik adayının oluşturulması derdindeyim.
Bunu önce bireysel ve toplumsal benliğimizde oluşturmamız gerekir. Örneğin; bir ortaokul seviyesi çocuğu elektronik, mekanik bazı devrelerle, kablolarla, diyotlarla v.b alet edevat ile uğraşıyor, devre düzüyor, çalıştırıyor ise “bu çocuğu gelecekte hangi mesleğe yakın görüyorsunuz?” diye bin kişiye sorsam, tecrübe ile sabit olduğu için yanılmıyorum, sorduklarımın tamamı mühendis olacak, elektrik ya da mekatronik mühendisi olacak diyecektir. Neden bir kişi kalkıp bu çocuğun iyi bir elektrik – elektronik öğretmeni olacağını/olması gerektiğini söylemiyor. Aynı duygu ve düşünceler yine bilgisayara, bilgisayarın yazılım ve donanımına ilgili ve becerikli bir çocuğun yine mühendis, yazılımcı olacağına işaret ediyor, bilişim teknolojileri öğretmeni olarak ateş yakmıyor çocukta. Hatta şunu da çok duydum: bu çocuğun sözel zekası kuvvetli, konuşma yeteneği, diksiyonu da çok güzel. Bundan tam bir avukat olur. Neden öğretmen olmasın ki? Neden kendisinden sonra gelecek yeni nesile iyi bir anlatım yapacak, yine “sözel zekası kuvvetli, konuşma yeteneği, diksiyonu da çok güzel” bir öğretmen adayı olmasın? Çocuklar anaokulu ve ilkokul çağında ben öğretmen olmak istiyorum diyor, fakat sonra onların bu isteğine destek olacak kıvılcımı ateşlemeyi, yönlendirici bir takım çalışmaları neden yapmıyoruz? Kaldı ki eğer puanı yetmezse mecburen tercih ettiği düşük puanlı öğretmenliklerle dolup taşıyoruz. Yüksek puanlı öğretmenlikler de o yıl KPSS de en çok hangi öğretmen atandı ise o öğretmenlik tercih edildiği için dolup taşıyor. Şuan Türk Dili ve Edebiyatı öğretmenliği 1. Sınıf öğrencilerinin kaçı ortaokuldan ya da küçük yaşlardan bu yana yine Türk Dili ve Edebiyatı öğretmeni olmak istiyordu. Ya da coğrafya, ya da tarih.. hepsi için sormak lazım. Öğretmek en büyük sanatlardandır. Bu sanatın sanatçısı, AYT-TYT puanını ekranda gördüğü andaki yaşından sonra yetişir mi? Ya da ne derece yetkin olur? Eğitim filminin başrolünde oynayan öğretmenin doğuştan gelen bir yeteneğinin olması, çevresel faktörlerle küçük olmasa da küçük üstü yaşlardan pekiştirilmiş, yönlendirilmiş, beslenmiş olması “iyice bilen ve iyice öğreten” olmasını kolaylaştırmaz mı? 4 + 4 + 4 ün son iki 4’ünü bu kutsal değişim için değerlendirmek gerekmez mi? Bütün bu 4’ler bittikten sonraki süreçte İnsan Kaynaklarının Geliştirilmesi ne derece etkili olacaktır?
İşte 2023 Eğitim Vizyonunun da, 2123 hatta 2223 vizyonlarını da oluşturup, merkezine öğretmeni oturtmak derdinde olmalıyız. Öğretmenliği bir sanat cihetinde görüp daha erken yaşlardan saf belirlemek zorundayız. Milli ve manevi değerlerimiz ile yoğurduğumuz gençlikten, toplum rahminden öğretmen doğurmalıyız. Tabi ki doktoru da, avukatı da, muhasebeciyi de, sanatçıyı da bu toplum rahmi doğurur. Küçük yaşlardan itibaren yol verilmeli, çifte değil onlarca kez su verilmeli bu çelikten sinelere. Öğretmen su gibi temiz, hilal gibi pak olmalı. ATM öğretmeni değil, vatanperver olmalı. Kız çocuğudur rahat eder öğretmen olsun. Olmamalı.. Eğitim ya da education anlamında dünya da birçok gelişim söz konusu. Biz, ülke olarak elbette bunları takip edip entegre olmaya gayret gösteriyoruz, göstermeliyiz. STEM, STEAM, Endüstri 4.0, Kodlama-Yazılım, Uzay-Havacılık.. v.s. hatta PISA (Uluslararası Öğrenci Değerlendirme Programı) ve/veya TIMSS (Uluslararası Matematik ve Fen Eğilimleri Araştırması) içerisinde yerimizi bulmaya, yükselmeye elbette millet olarak çalışıyoruz. PISA sonuçlarında çok gerilerde olunca sevinmiyoruz elbette. Tepeden taşraya kadar hiç kimse “Bana ne”ci değil bu memlekette. Elbette işini layıkiyle yapan ya da yapmayan yok mu, her sektörde var. Uyuyanı varsa objektiflere yakalanmış; araştırmacı, yenilikçi, çalışkan milletvekili de var siyasal kimliği önemli olmadan. Görevi bittiği halde mağdur olmasın diye hastalar, saatlerce uykusuz çalışanı da var doktorun, askere gitmesin diye para karşılığı sahte rapor vereni de.. beş parmağın beşi bir değil elbet. Tâ en başta dediğim gibi eğitimde taşları yerine oturtmadan, kalkınmayı ve huzuru yakalamak mümkün değil. Eğiterek çözdüğümüz her sorun tekrar yinelemeyecektir, kalıcı olacaktır. Özellikle öğretmen, verimli-nitelikli öğretmen, iyice bilen, iyice öğreten öğretmen anlamında değişerek gelişmek zorundayız. Öğretmen vizyonu için öğretmen yetiştirme misyonumuz olmalı taa küçük yaşlardan itibaren. Öğretmen yetiştirme misyonunun temeline milli ve manevi değerlerimizi oturtulmalıyız.
Milli ve manevi değerlerimiz deyince rahmetli Turgut Özal döneminde, Japon eğitim uzmanlarının ülkemizdeki eğitim incelemeleri üzerine Turgut Özal ile yaptığı konuşma aklıma geldi. Gerçi hiç gitmez aklımdan ya.. burada değinmeden geçemeyeceğim. Eğitim sistemimizdeki eksikliğin öğrencilerimizde milli ruh olmayışından kaynaklandığını söylediklerinde, açmaları istenmiştir. Japon uzmanlar, küçük yaşta öğrencilere Hiroşima ve Nagazaki yi gezdirerek milli ruh kazandırdıklarını anlatırlar. Kendilerine bizim Hiroşima’mız yok ki dendiğinde ise Japon heyettekiler “sizin Çanakkale’niz 10 Hiroşima eder” derler. İşte “bizim Çanakkale’miz 10 Hiroşima eder” bilinci ile yetişmiş su gibi temiz, hilal gibi pak olan bu çocukları ancak onlar gibi öğretmenler yetiştirmelidir.